16
KÜÇÜK AĞACIN
EĞİTİMİ
Küçük
Ağacın Eğitimi adlı romanda, bir Kızılderili dede,
Küçük
Ağaç isimli torununu eğitmektedir. Daha doğrusu,
torununun
gelişmesinde ona rehberlik/koçluk etmektedir.
Yazar
romanda, belki Kızılderili aileleri gözleyip aynen
yansıtmış,
belki de eğitim psikolojisi alanında edindiği
bilgilerden
yola çıkarak olayı kurgulamış. Hangisi,
bilmiyorum.
Ancak romanda sergilenen aile--içi iletişim
biçimi
etkileyici.
Küçük
Ağaç'ın dedesi, torununa hiç ceza vermemektedir;
ödül
de vermemektedir. Zaman zaman geribildirimler
vererek,
davranışlarının ne işe yaradığı konusunda
rehberlik
etmektedir. Küçük Ağaç ise pozitif
geribildirimler
aldıkça kendisiyle gurur duymaktadır.
(Dede
burada, kendisine güvenen yetişkin tavırlı bir insan
yetiştirmektedir.*)
Dede,
mısırı kazanda, belirli yöntemlerle kaynatarak viski
yapmaktadır.
Bir gün Küçük Ağaç, kaynatma işlemi
bittiğinde
dedesine "Kazanı ben temizleyebilir miyim?"
diye
sorar. Dedesi de "olur" der.
Küçük
Ağaç, uzun süre uğraşıp kazanı temizler. Dedesi
gelip
bakar, "aferin" demez; çünkü aferin ödüldür. Dede
"Küçük
Ağaç, sen kazanı çok iyi temizlemişsin, bulaşık
kalmamış,
yarın viskimiz kötü kokmayacak. Ayrıca, bize
zaman
kazandırdın; kasabaya daha çabuk gidip geleceğiz"
der.
Burada dede geribildirim vermiştir. Küçük Ağaç,
ailesine
katkıda bulunduğu için kendisiyle gurur duyar.
Dede,
verdiği geribildirimlerle, torununun davranışlarının
ne
işe yaradığını fark etmesine katkıda bulunmuştur.
Küçük
Ağaç davranışlarının ne işe yaradığını kendi
kendine
fark etse, iç kaynaklı geribildirim alsa, belki daha
iyi
olurdu. Ama henüz küçüktür ve bir büyüğün
rehberliğine
ihtiyacı vardır. Dede, Küçük Ağaç'a
geribildirim
vererek, neyi iyi yaptığını fark etmesi
konusunda
ona rehberlik etmiştir. (Neyin "iyi" olduğu
görecelidir.
Ancak insanların, göreceli olanları öğrenmeye
de
ihtiyaçları vardır. Üstelik dedenin yukarıda kazan
konusunda
verdiği mesajlar, göreceli olmaktan çok, yere,
zamana
göre pek fazla değişmeyecek bilgileri
içermektedir.)
*
Yetişkin tavrının ne olduğu konusunda, Dökmen'in "İletişim Çatışmaları ve
Empati"
adlı kitabına bakılabilir; Sistem Yayıncılık, 2004
Eğer
Küçük Ağaç kazanı iyi temizlemeseydi, dedesi
büyük
ihtimalle onu azarlamayacaktı. O zaman
geribildirimi
bir ihtimal şöyle verecekti: "Küçük Ağaç,
şurası
kirli kalmış, bu yüzden yarın viskimiz kötü
kokabilir."
Önceki
bölümde, insanların, hayvanların davranışlarını
ceza
vererek şekillendirmenin, sınırlı bir etkiye sahip
olduğunu,
fazlaca işlevsel olmadığını belirttik. (Ceza,
yapmamayı,
korkmayı, fobi edinmeyi kolaylaştırıyordu;
karmaşık
şeyleri ceza ile öğretmek kolay değildi.)
Özellikle
insanların düşüncelerini ve bunun bir uzantısı
olarak
davranışlarını şekillendirmek istiyorsak, onlara
kabul
edici iletişim ortamları sağlamalı, uygun
geribildirimler
vermeli ve özellikle iltifat/ödül
yöneltmeliyiz.
"İnsanların düşüncelerini şekillendirmeye
hakkımız
var mı?" sorusu ayrı bir konu. Hakkımız var
veya
yok, pek çoğumuz, özellikle ana babalar ve
öğretmenler
bunu yapıyoruz. Toplumsal değerler
doğrultusunda
galiba, aşırıya kaçmadan yapmak da
zorundayız.
(Eğer "Ben toplumun değerlerinin ödüllerle
kişilere
benimsetilmesine karşıyım" derseniz, bu da başka
bir
değerdir, toplumun üyelerinden birisi olan siz, kendi
değerinizi
ortaya koymuş olursunuz.)
Madem
eninde sonunda, şu ya da bu değeri öne çıkarıp
çocuklarımızın
düşüncelerini ve davranışlarını
şekillendirmeye
çalışıyoruz, o halde bu işi usulüne uygun
yapalım.
Madem eninde sonunda, doğru veya yanlış
insanları
yönlendireceğiz, bari onlara acı vermeden,
cezalar
vermeden yapalım. Ceza yerine geribildirimler
verelim,
ödüller verelim, iltifatlar edelim. Yalnızca kendi
isteklerimiz
doğrultusunda onları şekillendirmek için
değil,
insan oldukları için iltifat edelim. Çağdaş,
demokratik
değerlere uygun davranabilmeleri için iltifat
edelim.
Bazen, yerine göre, Küçük Ağaç'ın dedesi gibi
yeni
yollar deneyelim. Romandan bir olay:
Dede
bir gün yaban hindisi avına gideceğini söyler. Küçük
Ağaç
da heveslenir, katılmak ister. Dede
"Geleneklerimize
göre, bir erkek hindi avına gideceği
zaman,
güneş doğmadan kendi kendine uyanmalıdır. Onu
kimse
uyandırmaz. Eğer kendi kendine uyanabilirsen
gelirsin"
der.
Küçük
Ağaç o güne kadar hiç, güneş doğmadan kendi
kendine
uyanmamıştır. Ava gidemeyeceğini düşünerek
umutsuz
bir şekilde yatar. Ancak o gecenin sabahında
dede,
barakada gürültü yapmaya başlar. Sağa sola vurur,
çarpar,
gürültüyle öksürür. Küçük Ağaç gürültüden
uyanır.
Henüz güneş doğmamıştır. Hemen giyinip avluya
çıkar.
Dedesi şöyle bir bakıp "A kalktın mı?" der. Küçük
Ağaç
kendisiyle gurur duyarak "Evet" der. Birlikte ava
giderler.
Burada
ne olmuştur? Şu galiba: Dede pas vermiştir,
Küçük
Ağaç ise gol atmıştır. Burada iyi bir ekip/takım
vardır.
Kazanı
temizleme konusunda Küçük Ağaç topu ken-disi
ele
geçirip gol attı diye düşünebiliriz. Ama hindi avı
konusunda
topu kendisi ele geçirememiştir; dedesi ona pas
vermiştir.
Küçük Ağaç da bu pası değerlendirerek gol
atmıştır.
Şimdi
sevgili ana babalara sormak isterim: Gerektiğinde
çocuklarınıza
pas veriyor musunuz? Yoksa, sabırsızlık
ederek
topu ayağınıza geçirip onlar adına gol mü atmaya
çalışıyorsunuz?
Eğer ödevlerini/projelerini siz
yapıyorsanız,
onlar adına gol atmaya çalışıyorsunuz
demektir.
Yok, eğer ödevlerine kaynak bulmada yardımcı
oluyor,
neyin nasıl yapılacağı konusunda onlarla birlikte
sesli
düşünerek olayı sorgulamalarına
rehberlik/katalizörlük
ediyorsanız, onlara pas veriyorsunuz
demektir.
Çocuklarımız
kendileri gol attıklarında, kendilerine
güvenleri
artar, benlik saygıları yükselir, beceri
geliştirirler,
bağımsız olmayı öğrenirler. Onlara destek
olmak,
rehberlik etmek yerine, bir şeyleri onlar adına
planladığımızda,
onlar adına kararlar aldığımızda,
kendilerine
güvenmeyen, kendi ayakları üzerinde
duramayan,
hayat boyu sürekli birilerinin desteğine
ihtiyaç
duyacak bir insan yetiştirmeye başladık demektir.
Zaman
zaman bazı okullarda (daha çok ilköğretimde) bazı
velilerin
öğretmenlerin yüzüne karşı şöyle söylediğini
duymuşumdur:
"Hocam hep söylüyorum, matematik, fen,
ingilizce
senin temel derslerin diyorum. Sen onlara çalış,
öteki
derslerin ödevlerini getir, ben yapayım diyorum. "
Bu
tavır yanlıştır; birkaç açıdan yanlıştır, haksızlıktır; hem
öteki
derslere karşı haksızlıktır hem de çocuğa karşı
haksızlıktır.
Çocuğa haksızlıktır, çünkü çocuk, eğer iyi
okutulursa
tüm derslerde yaşamı boyunca kullanabileceği
temel
beceriler kazanabilir. İlerde bir gün yönetici olacak
bir
çocuk, beden eğitimi dersinde ekip olmayı, resim
dersinde
organize etmeyi, müzik dersinde uyum
sağlamayı
öğrenebilir. Velinin bu tavrı, çocuğa olduğu
kadar
resme, müziğe, beden eğitimine, kompozisyona da
haksızlıktır.
Çünkü eğer bu derslere de iltifat etmezsek,
sanata,
spora ve topluma da haksızlık etmiş oluruz.
Marifet
iltifata tâbidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder