Rekalm

21 Aralık 2013 Cumartesi

16 KÜÇÜK AĞACIN EĞİTİMİ


16
KÜÇÜK AĞACIN
EĞİTİMİ
Küçük Ağacın Eğitimi adlı romanda, bir Kızılderili dede,
Küçük Ağaç isimli torununu eğitmektedir. Daha doğrusu,
torununun gelişmesinde ona rehberlik/koçluk etmektedir.
Yazar romanda, belki Kızılderili aileleri gözleyip aynen
yansıtmış, belki de eğitim psikolojisi alanında edindiği
bilgilerden yola çıkarak olayı kurgulamış. Hangisi,
bilmiyorum. Ancak romanda sergilenen aile--içi iletişim
biçimi etkileyici.
Küçük Ağaç'ın dedesi, torununa hiç ceza vermemektedir;
ödül de vermemektedir. Zaman zaman geribildirimler
vererek, davranışlarının ne işe yaradığı konusunda
rehberlik etmektedir. Küçük Ağaç ise pozitif
geribildirimler aldıkça kendisiyle gurur duymaktadır.
(Dede burada, kendisine güvenen yetişkin tavırlı bir insan
yetiştirmektedir.*)
Dede, mısırı kazanda, belirli yöntemlerle kaynatarak viski
yapmaktadır. Bir gün Küçük Ağaç, kaynatma işlemi
bittiğinde dedesine "Kazanı ben temizleyebilir miyim?"
diye sorar. Dedesi de "olur" der.
Küçük Ağaç, uzun süre uğraşıp kazanı temizler. Dedesi
gelip bakar, "aferin" demez; çünkü aferin ödüldür. Dede
"Küçük Ağaç, sen kazanı çok iyi temizlemişsin, bulaşık
kalmamış, yarın viskimiz kötü kokmayacak. Ayrıca, bize
zaman kazandırdın; kasabaya daha çabuk gidip geleceğiz"
der. Burada dede geribildirim vermiştir. Küçük Ağaç,
ailesine katkıda bulunduğu için kendisiyle gurur duyar.
Dede, verdiği geribildirimlerle, torununun davranışlarının
ne işe yaradığını fark etmesine katkıda bulunmuştur.
Küçük Ağaç davranışlarının ne işe yaradığını kendi
kendine fark etse, iç kaynaklı geribildirim alsa, belki daha
iyi olurdu. Ama henüz küçüktür ve bir büyüğün
rehberliğine ihtiyacı vardır. Dede, Küçük Ağaç'a
geribildirim vererek, neyi iyi yaptığını fark etmesi
konusunda ona rehberlik etmiştir. (Neyin "iyi" olduğu
görecelidir. Ancak insanların, göreceli olanları öğrenmeye
de ihtiyaçları vardır. Üstelik dedenin yukarıda kazan
konusunda verdiği mesajlar, göreceli olmaktan çok, yere,
zamana göre pek fazla değişmeyecek bilgileri
içermektedir.)
* Yetişkin tavrının ne olduğu konusunda, Dökmen'in "İletişim Çatışmaları ve
Empati" adlı kitabına bakılabilir; Sistem Yayıncılık, 2004
Eğer Küçük Ağaç kazanı iyi temizlemeseydi, dedesi
büyük ihtimalle onu azarlamayacaktı. O zaman
geribildirimi bir ihtimal şöyle verecekti: "Küçük Ağaç,
şurası kirli kalmış, bu yüzden yarın viskimiz kötü
kokabilir."
Önceki bölümde, insanların, hayvanların davranışlarını
ceza vererek şekillendirmenin, sınırlı bir etkiye sahip
olduğunu, fazlaca işlevsel olmadığını belirttik. (Ceza,
yapmamayı, korkmayı, fobi edinmeyi kolaylaştırıyordu;
karmaşık şeyleri ceza ile öğretmek kolay değildi.)
Özellikle insanların düşüncelerini ve bunun bir uzantısı
olarak davranışlarını şekillendirmek istiyorsak, onlara
kabul edici iletişim ortamları sağlamalı, uygun
geribildirimler vermeli ve özellikle iltifat/ödül
yöneltmeliyiz. "İnsanların düşüncelerini şekillendirmeye
hakkımız var mı?" sorusu ayrı bir konu. Hakkımız var
veya yok, pek çoğumuz, özellikle ana babalar ve
öğretmenler bunu yapıyoruz. Toplumsal değerler
doğrultusunda galiba, aşırıya kaçmadan yapmak da
zorundayız. (Eğer "Ben toplumun değerlerinin ödüllerle
kişilere benimsetilmesine karşıyım" derseniz, bu da başka
bir değerdir, toplumun üyelerinden birisi olan siz, kendi
değerinizi ortaya koymuş olursunuz.)
Madem eninde sonunda, şu ya da bu değeri öne çıkarıp
çocuklarımızın düşüncelerini ve davranışlarını
şekillendirmeye çalışıyoruz, o halde bu işi usulüne uygun
yapalım. Madem eninde sonunda, doğru veya yanlış
insanları yönlendireceğiz, bari onlara acı vermeden,
cezalar vermeden yapalım. Ceza yerine geribildirimler
verelim, ödüller verelim, iltifatlar edelim. Yalnızca kendi
isteklerimiz doğrultusunda onları şekillendirmek için
değil, insan oldukları için iltifat edelim. Çağdaş,
demokratik değerlere uygun davranabilmeleri için iltifat
edelim. Bazen, yerine göre, Küçük Ağaç'ın dedesi gibi
yeni yollar deneyelim. Romandan bir olay:
Dede bir gün yaban hindisi avına gideceğini söyler. Küçük
Ağaç da heveslenir, katılmak ister. Dede
"Geleneklerimize göre, bir erkek hindi avına gideceği
zaman, güneş doğmadan kendi kendine uyanmalıdır. Onu
kimse uyandırmaz. Eğer kendi kendine uyanabilirsen
gelirsin" der.
Küçük Ağaç o güne kadar hiç, güneş doğmadan kendi
kendine uyanmamıştır. Ava gidemeyeceğini düşünerek
umutsuz bir şekilde yatar. Ancak o gecenin sabahında
dede, barakada gürültü yapmaya başlar. Sağa sola vurur,
çarpar, gürültüyle öksürür. Küçük Ağaç gürültüden
uyanır. Henüz güneş doğmamıştır. Hemen giyinip avluya
çıkar. Dedesi şöyle bir bakıp "A kalktın mı?" der. Küçük
Ağaç kendisiyle gurur duyarak "Evet" der. Birlikte ava
giderler.
Burada ne olmuştur? Şu galiba: Dede pas vermiştir,
Küçük Ağaç ise gol atmıştır. Burada iyi bir ekip/takım
vardır.
Kazanı temizleme konusunda Küçük Ağaç topu ken-disi
ele geçirip gol attı diye düşünebiliriz. Ama hindi avı
konusunda topu kendisi ele geçirememiştir; dedesi ona pas
vermiştir. Küçük Ağaç da bu pası değerlendirerek gol
atmıştır.
Şimdi sevgili ana babalara sormak isterim: Gerektiğinde
çocuklarınıza pas veriyor musunuz? Yoksa, sabırsızlık
ederek topu ayağınıza geçirip onlar adına gol mü atmaya
çalışıyorsunuz? Eğer ödevlerini/projelerini siz
yapıyorsanız, onlar adına gol atmaya çalışıyorsunuz
demektir. Yok, eğer ödevlerine kaynak bulmada yardımcı
oluyor, neyin nasıl yapılacağı konusunda onlarla birlikte
sesli düşünerek olayı sorgulamalarına
rehberlik/katalizörlük ediyorsanız, onlara pas veriyorsunuz
demektir.
Çocuklarımız kendileri gol attıklarında, kendilerine
güvenleri artar, benlik saygıları yükselir, beceri
geliştirirler, bağımsız olmayı öğrenirler. Onlara destek
olmak, rehberlik etmek yerine, bir şeyleri onlar adına
planladığımızda, onlar adına kararlar aldığımızda,
kendilerine güvenmeyen, kendi ayakları üzerinde
duramayan, hayat boyu sürekli birilerinin desteğine
ihtiyaç duyacak bir insan yetiştirmeye başladık demektir.
Zaman zaman bazı okullarda (daha çok ilköğretimde) bazı
velilerin öğretmenlerin yüzüne karşı şöyle söylediğini
duymuşumdur: "Hocam hep söylüyorum, matematik, fen,
ingilizce senin temel derslerin diyorum. Sen onlara çalış,
öteki derslerin ödevlerini getir, ben yapayım diyorum. "
Bu tavır yanlıştır; birkaç açıdan yanlıştır, haksızlıktır; hem
öteki derslere karşı haksızlıktır hem de çocuğa karşı
haksızlıktır. Çocuğa haksızlıktır, çünkü çocuk, eğer iyi
okutulursa tüm derslerde yaşamı boyunca kullanabileceği
temel beceriler kazanabilir. İlerde bir gün yönetici olacak
bir çocuk, beden eğitimi dersinde ekip olmayı, resim
dersinde organize etmeyi, müzik dersinde uyum
sağlamayı öğrenebilir. Velinin bu tavrı, çocuğa olduğu
kadar resme, müziğe, beden eğitimine, kompozisyona da
haksızlıktır. Çünkü eğer bu derslere de iltifat etmezsek,
sanata, spora ve topluma da haksızlık etmiş oluruz.
Marifet iltifata tâbidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder