2
KÜÇÜK ŞEYLERİN
ÖNEMİ
Yaşamda
Küçük Şeyler
Yukarıdaki
öyküde küçük şeylerin önemi anlatılmak
isteniyor.
Genelde büyük şeylere değer veririz. Ancak
büyük
şeylere ulaşabilmek için küçük şeylere, küçük
adımlara
ihtiyacımız vardır.
Devasa
büyüklükteki çığları ortaya çıkaran şey,
başlangıçtaki
ufacık kar parçacıklarıdır. Bütün büyük
ırmaklar,
dağlardaki sızıntılarla, çanak büyüklüğündeki
gözelerle
gözlerini dünyaya açarlar.
Akiro
Krusava'nın çevirdiği Dersu Uzala adlı bir film
vardı.
Sibirya'daki ormanlara uyum sağlamış bir adamı
anlatıyordu.
Dersu Uzala, ormanda bir ayak izi
gördüğünde,
bu izin sahibinin genç bir insan mı yoksa
yaşlı
mı olduğunu anlayabiliyordu. Gençlerin ayak
izlerinin
arkası, yaşlıların ise ön tarafı daha derin
oluyormuş.
Çünkü gençler dik, yaşlılar ise öne doğru
hafifçe
eğilerek yürürlermiş.
Benzeri
şekilde iz süren Kızılderililer de, alışık
olmayanların
asla fark edemeyecekleri küçük ipuçlarından
yararlanarak,
örneğin genç sürgünlerin hangi tarafa
eğildiğine
bakarak onun gittiği yönü bilirlermiş.
Yaşar
Kemal'in İnce Memed'indeki Topal Ali doğadaki
küçük
ipuçlarını okuma konusunda efsanevi bir güce
sahiptir.
Hayvanlarda
belli bir türün üyeleri birbirinin tamamen
benzeri
olmaz. Aralarında çok küçük farklılıklar bulunur.
Bu
farklılıklar türlerin zaman içinde değişime uğramasına
ve
günümüzdeki tür zenginliğine yol açmıştır. Bununla
ilişkili
olarak genlerdeki diziliş farklılıkları da yaşamda
vazgeçilmez
bir öneme sahiptir. Birbirlerinden çok farklı
gözüken
iki hayvanın genlerinin dizilişi arasında genelde
çok
az farklılık vardır. Yani genlerin sıralanışındaki küçük
farklılıklar
çok farklı türlerin ortaya çıkmasına yol açar.
Benzer
şekilde atomları oluşturan parçacıklarda ortaya
çıkan
-bize göre- küçük farklılıklar, bambaşka
elementlerin,
maddelerin oluşmasına yol açmıştır.
Fiziksel,
biyolojik evrendeki küçük şeylerin büyük
etkileri,
yaşamın her alanında, doğada, insanda,
Kızılderili'den
Hintliye, Eskimo'dan Türk'e, topraktan
iklime,
hemen her yerde, her toplumda karşımıza çıkar.
Hintliler
alışık olmayan gözlerin göremeyeceği ufacık bir
bulut
kümesine bakıp muson yağmurunun başlayacağını
bilirlermiş.
Anadolu köylüsü de bir zamanlar belirli bir
yönden
çıkan küçük bulutları görür görmez, "sağanak
geliyor"
diye harmanı toplardı.
Hekimler
en küçük belirtileri, dedektifler ulaşabildikleri
bütün
ipuçlarını değerlendirirler.
Sonuçta,
ister bir ormanda, ister bir muayenehanede
olalım,
yaşamdaki küçük ipuçlarını fark ettiğimizde,
doğaya
uyum sağlamamız, yarına kalmamız kolaylaşır.
Aslında
bu durumun farkındayızdır. Küçük Şeylerin
önemi
geleneksel kültürümüzde "bir mıh (bir tür çivi) bir
nal
kurtarır, bir nal bir süvari kurtarır" özdeyişiyle ifade
edilir.
Ancak pratikte küçük şeylere ne ölçüde önem
verdiğimiz
ve özellikle küçük şeylerden mutlu olmayı ne
ölçüde
becerdiğimiz tartışmaya açık bir konudur.
Küçük ipuçlarını fark ettiğimizde,
doğaya uyum sağlamamız, yarına Kalmamız Kolaylaşır.
İnsan
İlişkilerinde Küçük Şeyler
Küçük
şeyler, doğa--insan etkileşiminde olduğu kadar,
insanlar
arasındaki iletişimlerde de önemlidir.
Konuşurken,
tek bir kelimeye alınırız veya tek bir
kelimeye
seviniriz. Birbirimizin yüz ifadelerinden, en
küçük
mimiklerinden sürekli anlam çıkarmaya çalışırız.
Karşımızdakinin
sözleri ile mimikleri arasındaki küçük
çelişkiler
bizi çok ilgilendirir. Örneğin birisi bizi evine
davet
ettiğinde, bu daveti yürekten mi, yoksa usulen mi
yaptığı
konusunda ipucu yakalamak için onun yüz
ifadesini
inceleriz. Genelde, davette bulunan gözlerini aça
aça
ve hafif yalvarır bir ifadeyle "Allah aşkına gel bak,
gelmezsen
ölümü gör" diyorsa, gitmemiz gerektiğine
gönül
rahatlığıyla karar veririz.
Kadınların
Empatik Becerileri Niçin
Gelişmiş?
İletişimde
mimiklere dikkat etmek, bazı canlı türlerinde,
özellikle
insanlarda ilginç özellikler ortaya çıkarıyor.
Örneğin,
yapılan araştırmalar genelde kadınlarda empatik
becerinin
erkeklere oranla daha yüksek olduğunu
gösteriyor.
Kadınların
empatik becerilerinin erkeklerin empatik
becerisinden
daha yüksek olması, "kadın duyarlılığı"
kavramıyla
açıklanabilir. İyi de kadınlar niçin daha
duyarlı?
Niçin erkeklere oranla daha iyi empati
kurabiliyorlar?
Kadınların
erkeklere oranla daha iyi empati kurmalarının
çeşitli
nedenleri bulunabilir. Bir görüşe göre bu
nedenlerden
bir tanesi şu:
Bazı
canlı gruplarında statüsü düşük olanlar saldırganlığa
uğramamak
için yüksek statülülerin, örneğin liderin
davranışlarını
sürekli gözlerler. Benzer şekilde insanlarda
da
nice toplumda aile ortamlarında erkeğin statüsü
kadınınkinden
üstün olmuştur. Kadın, erkeğin gözüne
bakmak,
onun sinirli olup olmadığını anlayıp kendini ona
göre
ayarlamak zorundadır. Aksi halde, sözel ya da
fiziksel
saldırıya uğrayabilir.
Erkeğin
şu andaki davranışlarına bakıp az sonraki
davranışlarını
tahmin etmek zorunda olan kadın, giderek
onun
yüz ifadelerine, vücut diline daha duyarlı olmuştur.
Bu
durum da kadının empatik becerisinin gelişmesine yol
açmıştır.
Çevremizde
vardı, maalesef hâlâ var: Erkek akşam eve
geldiğinde
karısı kaygılı bir şekilde onun yüzüne bakar.
Kocasının
sinirli olup olmadığını, diğer bir ifadeyle eşref
saatinin
yerinde olup olmadığını anlamaya çalışır. Eğer
evin
beyi sinirliyse hemen çocuklarını uyarır, "Babanız
sinirli,
aman ortalarda dolaşmayın" dermiş.
Küçük
şeylerin toplamı, doğada olsun, toplumda olsun
daima
büyük yekûnlar doğuruyor galiba. Yüzyıllar
boyunca,
onbinlerce kadın, gökyüzünde karabulut
gözleyen
çiftçiler gibi, kocalarının yüzünde bir kararma,
bir
öfke belirtisi gözleye gözleye, duyarlı hale gelmiş,
empatik
becerilerini geliştirmiş olabilirler. Erkeklerin
büyük
çoğunluğunda, "ya karım kızarsa" korkusu
bulunmadığı
için böylesine bir duyarlılık gelişmemiş
olabilir.
Küçük
Şeylere Dikkat Öğrenilebilir
Kadınların
empatik becerilerinin gelişmişliğinde, bir
biyolojik
temel, bir genetik yatkınlık da bulunabilir. Ama
kadın--erkek
ilişkilerinden kaynaklanan öğrenme, anneleri
ve
çevredeki diğer kadınları örnek alma da etkili olmuş
olabilir.
Empati,
doğuştan sahip olunan bir özellik değildir.
Araştırmalar,
kadın--erkek herkesin empatik becerisinin
eğitim
yoluyla geliştirilebileceğini, empati kurmanın
öğrenilebilen
bir şey olduğunu göstermektedir.
Dikkat
konusuna ayrıntılı olarak girmeden, bu konudaki
klasik
bir araştırma sonucuna değinmek istiyorum: Belli
mesleklerdeki
kişiler, meslekleriyle ilgili şeylere giderek
daha
fazla dikkat eder hale geliyorlarmış. Örneğin, terziler
insanların
elbiselerine, berberler saçlarına, ruh sağlığı
uzmanları
yüz ifadelerine daha fazla dikkat ediyorlarmış.
Bir
tiyatro salonunu, küçük bir deliği bir saniye açıp
kapatarak
bir tiyatrocuya gösterdiğinizde seyirci
yoğunluğunu,
bir itfaiyeciye gösterdiğinizde ise salonda
kaç
kapı olduğunu algılıyormuş.
Bunlar
ve benzeri örnekler, küçük şeylere dikkat etmenin,
aslında
öğrenilebilen bir şey olduğunu göstermektedir.
Belirli
ortamlar, belirli yaşam koşulları bize bazı şeylere
özellikle
dikkat etmeyi öğretir.
Bildiğim
kadarıyla biz Türkçe'de kara iki ad veririz: Kar
ve
kırç. (Kırç, diş diş olmuş eski kardır.) Eskimolarda ise
otuza
yakın kar adı vardır. Kültürlerdeki bu farklılıklar,
yaşam
şartlarından kaynaklanıyor olsa gerek.
Bence
bu konudaki en çarpıcı örnek, her toplumun kendi
üyelerini
birbirine benzemez, öteki toplumları ise benzer
algılamasıdır.
Çinliler
Birbirine Benzer mi?
Küçük
yaşlardan itibaren yakın çevrelerindeki insanların
"Çinliler
birbirlerine benzer mi?" sorusuna, doğu ve Orta
Asya
dışında oturan pek çok kişi "Evet" cevabını veriyor.
Ama
Çinlilere sorduğunuz zaman onlar da "Biz
Çinliler
birbirimize benzemeyiz, batılıların hepsi birbirine
benzer"
derlermiş.
Bize
göre zenciler, Çinliler birbirine benzer. Ama biz
benzemeyiz.
Niye?
Galiba
olayın açıklaması şu: içinde yaşadığımız toplumda,
küçük
yaşlardan beri yakından tanıdığımız çok sayıda
insan
vardır. Böyle olunca bunların yüzleri arasındaki
küçük
farklılıkları yakalayabiliriz. Yeterli sayıda Çinliyle,
yeterince
uzun süre birlikte kalmadığımız için de,
Çinlilerin
yüzleri arasındaki farklılıkları fark edemeyiz ve
hepsinin
birbirine benzediğini düşünürüz.
Küçük farklılıkları yakalayamamak,
ötekileri yanlış algılamamıza, zaman zaman da
mutsuz
olmamıza yol açar.
Bir
arkadaşım anlattı. Havaalanında bir grup Türk
oturuyorlarmış.
Birkaç Japon çocuk bunların karşına
geçmiş,
baş ve işaret parmaklarıyla gözlerinin altını ve
üstünü
çekiştirip, yani çekik gözlerini yuvarlak hale
getirmeye
çalışarak bir yanda da "Hımm.. " sesi
çıkarıyorlarmış.
Birkaç kişinin bunlar bizimle dalga
geçiyor
diye canı sıkılmış. Arkadaşım ise "Kızmayın, biz
de
küçükken Çinlilerin karşısına geçip, parmaklarımızla
gözlerimizi
iki yana çekiştirip 'Hımmm... ' derdik" demiş.
Galiba
herkes, kendi gözünün, kendine ait her şeyin
normal
olduğunu, ötekilerde ise bir tuhaflık bulunduğunu
düşünüyor.
Küçük
şeylere dikkat etmenin önemi galiba bir de dil
konusunda
ortaya çıkıyor. Anadili Türkçe olanlar için
"cam"
ve "çam" sözcüklerini birbirinden ayırt etmek
kolaydır.
Ancak Türkçe'yi ileri öğrenmeye çalışan, anadili
Hint-Avrupa
dili olan batılılar için c'yi ç'den ayırt etmek
zordur.
Bizim için de İngilizce'nin farklı t'larını (the ile
tree'yi)
ayırt etmek güç. Yüzler arasındaki küçük
farklılıkları
yakalamak da kültürle, öğrenmeyle ilgili.
Mutlu
Olmak Öğrenilebilen Bir Şey
mi?
Yukarıdaki
tartışmalardan ortaya çıkan sonuç şu: Küçük
şeylere
dikkat öğrenilebilen bir şeydir, insanlar, içinde
yaşadıkları
ortama, aldıkları eğitime göre birtakım küçük
şeylere
dikkat etmeyi öğreniyorlar. Çiftçiler, hekimler,
terziler,
dedektifler, kendi uğraşlarıyla ilgili küçük
ipuçlarını
değerlendirmeyi öğrenebiliyorlar.
Küçük
şeylere dikkat etmeyi öğrenebilen insan, bunlar
karşısında
mutlu veya mutsuz olmayı da öğrenebilir.
Bazılarımız,
küçük şeylere dikkat etmeyi ve bunlar
karşısında
mutsuz olmayı öğrenmiş bulunuyoruz.
Bazılarımız
ise aynı küçük şeylere dikkat edip mutlu
olmayı
öğrenmiş bulunuyoruz. (Maalesef, ikinci gruba
girenlerin
sayısı galiba daha az. En azından ülkemizde az.
Bu
konuda bir araştırma yürütmeye çalışıyoruz.)
Küçük şeylere dikkat etmeyi öğrenebilen insan,
bunlar karsısında mutlu veya mutsuz olmayı da
öğrenebilir.
Yani
bazıları bardağın yarısı boş diye esef etmeyi, bazıları
ise
yarısı dolu diye sevinmeyi, şükretmeyi öğrenmiş.
Doğuştan
iyimser veya kötümser olmuyoruz. Belirli
durumlar
karşısında iyimser veya kötümser olmayı çeşitli
yollarla
öğreniyoruz. Örneğin, büyüklerimizi model alarak
öğreniyoruz.
Bir
düğüne giden insanların, bir şeyleri övmekten çok,
negatif
eleştiri yönelttiklerini görürüm. Ufacık ufacık
ayrıntıları
yakalayıp kurabiyeleri, limonataları, gelinin,
damadın
kaşını, gözünü, kayınvalidelerin elbiselerini
eleştirdiklerini
duyarım, insanlar eleştiriyorlar,
eleştiriyorlar,
ondan sonra da "Amann bize ne, Allah
mesud
etsin" diyorlar. İyi de, şu 'bize ne'yi en başta
demeyi
öğrenebilir miyiz acaba?
Eğer
bir insan genelde kötümser, karamsar ise, galiba
zamanla
bu karamsarlığı destekleyecek yönde küçük
ayrıntıları
fark eder hale geliyor. Negatifi vurgulaya
vurgulaya,
yaşama negatif bir bakış tarzı geliştiriyor. Bu
durumun
sonucunda da, arabesk şarkılarda duyduğumuz
"batsın
bu dünya" tavrı çıkıyor ortaya.
Karamsarlığı
öğrendiğimiz gibi iyimserliği de
öğrenebiliriz.
Bu konuyu ilerde tekrar ele alacağız.
Küçük
Şeylere Önem Vermek Her
Zaman
Mutluluk Getirir mi?
Eğer
"Küçük şeyler önemlidir" dersek bu, bazı durumlarda
sıkıntı
yaratabilir. Küçük şeylerden mutlu olabileceğimiz
gibi,
mutsuz da olabiliriz. Biz uzmanlar, eğitimciler bu
konuda
galiba bir çelişki sergiliyoruz. Şöyle:
Örneğin
diyoruz ki, "Komşun sana gülümserse, bu küçük
şey
aslında önemlidir, mutlu olmalısın. " İyi. Ama diyelim
ki
komşunuz, size dik dik baktı ve selam vermedi. Bu
durumda
ise galiba şunu söylüyoruz: "Komşunun sana
selam
vermemesi küçük bir şeydir, moralini bozmana
deymez.
" Bence burada bir çelişki var.
Veya,
"Size trafikte teşekkür anlamında korna çalarlarsa
sevinin,
eğer hakaret anlamında çalarlarsa aldırmayın. "
Yine
çelişki var. Eğer küçük şeyler önemliyse, o zaman
üzülebiliriz
de.
Bu
konudaki çelişkiyi acaba şu mantıkla çözebilir miyiz?
Neyin
küçük, neyin büyük olduğu veya küçük şeylerden
hangisinin
ne ölçüde önemli olduğu görecelidir (rölatiftir).
Fiziksel
dünyadaki hemen her şeyin göreceli olması gibi,
insanın
dünyasında bu şey de görecelidir.
Evrende
yaklaşık 200 milyar civarında galaksi var. Bu
yaklaşık
bir sayıdır. Dışardan bakınca bir tanesi eksik
veya
fazla, hiç önemli değildir. Ama bizim için bizim
galaksimiz
çok önemlidir. Evrende 1021 (1, 000,
000, 000,
000,
000, 000, 000) tane bizimkine benzer güneş vardır.
Bunlardan
bir tanesi eksik veya fazla olmuş, hiç önemli
değildir.
Ama bizim güneşimiz bizim için çok önemlidir.
Evrende
her şey göreceli.
Neyin küçük, neyin büyük olduğu veya
küçük şeylerden hangisinin ne ölçüde
önemli olduğu görecelidir.
İnsanların
dünyasında da neyin büyük, neyin küçük
olduğu,
neyin, ne zaman önemli veya önemsiz olduğu
görecelidir.
Ancak bu göreceli alemde insanın bir
üstünlüğü
var. İnsan, nesnelere ve olaylara değer
verebilen,
onları değerlendirebilen bir varlıktır. Güneşin
böyle
bir gücü yoktur, ama insanın vardır.
O
halde insan, karşılaştığı küçük şeylerden hangisine, ne
yönde
önem vereceği konusunda iradesini kullanabilir.
Eldeki
ölçüt bence, "yarına kalmak" olmalıdır. Eğer bir
olaya
verdiğimiz değer, yarına kalma ihtimalimizi
artıracaksa
önemlidir, artırmayacaksa önemli değildir. Her
şeyin
göreceli olduğu bir dünyada kişinin kendini
koruması
esas olmalıdır.
Eğer bir olaya verdiğimiz değer,
yarına kalma ihtimalimizi artıracaksa önemlidir,
artırmayacaksa önemli değildir.
Her şeyin göreceli olduğu bir dünyada
kişinin kendini koruması esas olmalıdır.
Diyelim
ki komşunuz size selam verdi. Bundan hoşnut
olursanız,
kendinizi iyi hissedersiniz; bu da sizin yarına
kalma
ihtimalinizi artırır. Ama eğer 'Yahu bu adam bir
çıkarı
olmadan babasının hayrına selam vermez"
gibilerden
düşünürseniz, kendinizi iyi hissetmezsiniz. Bu
da
sizin yarına kalma ihtimalinizi azaltır.
Diyelim
ki komşunuz size selam vermedi: Eğer bu
duruma
fazlaca üzülürseniz, yarına kalma ihtimaliniz
azalır.
"Görmemiştir" diye düşünür, fazlaca üzülmezseniz,
yarına
kalma ihtimaliniz artar.
Genelde
yaşama pozitif bakmalıyız. Tehlikeler karşısında
önlem
almak gerektiğinde, bazen negatif düşünmek
gerekebilir.
Fakat negatif düşünmeyi bir alışkanlık haline
getirmek,
bizi tehlikelerden korumak yerine, tehlikeye
atıyor
demek istiyorum. Olaylara ne zaman pozitif, ne
zaman
negatif yaklaşacağımızı öğrenirsek; bizi
rahatlatacak
olayları fark etmeyi, vurgulamayı, yanı sıra
rahatsız
edecek olaylara fazlaca önem vermemeyi
öğrenirsek
ömrümüz uzar.
Tehlikeler karşısında önlem almak
gerektiğinde, bazen negatif düşünmek gerekebilir.
Fakat negatif düşünmeyi bir alışkanlık haline
getirmek, bizi tehlikelerden korumak yerine,
tehlikeye atıyor.
İnsanın,
göreceli bir dünyada, dünyaya uyum sağlayacak,
kendini
mutlu kılacak şekilde, çevresindeki olayları
önemli
ya da önemsiz algılamaya yetecek beyin gücü
vardır.
Bir
çocuğun sokakta bana gülümsemesi çok önemli bir
olaydır.
Birisinin ters ters bakması ise, düzeltmem
gereken
bir davranışım varsa önemlidir; ama
yapabileceğim
bir şey yoksa hiç önemli değildir. Kendimi
bu
şekilde düşünecek şekilde eğitebilirim.
Bireyin
kendi gayretiyle duygularını tamamen denetim
altına
alması ve ruhsal sorunlarını çözmesi mümkün
değildir.
Bu konuda fazlaca enerji harcaması da, herhalde
uygun
değildir. Bireye fazla yüklenmemek gerekir. Bu
konuda
özetle şunu söylemek istiyorum: Karamsarlığın
biyolojik
birtakım nedenleri bulunabilir; ama karamsarlık,
yaşama
olumsuz bakış tarzı, bir açıdan çevreden
öğrenilebilen
bir şeydir, iyimserlik, yaşama olumlu bakış
tarzı
da, bir ölçüde öğrenilebilen bir şeydir. Birey, kendini
fazla
zorlamadan, kısmen de olsa yaşama olumlu gözlerle
bakacak
şekilde kendini eğitebilir. İnsanın RAM'i, sabit--
diski
buna müsaittir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder