8
KENDİNİ BİLMEZLİK
(ROL TUTSAKLIĞI)
Bir
önceki bölümde öteki--bilmezlikten söz ettik. İnsanda
galiba
bir de kendini bilmezlik var. Kendini bilmezliğe
"rol
tutsaklığı" da diyebiliriz. Kendini bilmezlik, diğer bir
ifadeyle
rol tutsaklığı kısaca şu: Rollerimizin büyüsüne
kapılıp
kendimizi, ben'imizi geri plana itiyorsak,
rollerimiz
olmadan kendimizi tanımlayamıyorsak, rol
tutsaklığı
içindeyiz demektir. Rol tutsaklığı, kişinin
rolleriyle
övünmesi, kendisine ait rolleri, farkında
olmadan
kendinden üstün tutmasıdır. Rollerimizi
kendimizden
üstün tuttuğumuz zaman, bir anlamda
rollerimizin
altında eziliriz, kendimizi bir kenara atmış
oluruz.
Bu
durumu anlatan bir öyküm var. Şöyle kıssadan; hisseli,
hayat
ateşinde eskitilmiş cinsten:
KERVANCI
Bir
kervan yola çıkmaya hazırlanıyormuş. Sahrada mı desem,
Orta
Asya'da mı desem, işte öyle bir yerlerde. Kervanın sahibi,
zenginler
zengini Alihan Bey'miş. Alihan Bey telaşla son
hazırlıkları
denetliyormuş. En kıymetli kumaşlar, ipekler,
altından,
gümüşten, sedeften paha biçilmez kaplar, kaçaklar,
eşyalar,
biber birer ve özenle denklere, bohçalara, sandıklara
yerleştirilmiş.
Seyisleri, muhafızları ve nice adamları, develeri,
atları
hazırmış.
Tam
yola çıkılacak, ufak tefek çelimsiz bir adam koşarak
gelmiş.
Alihan Bey'e "Benim adım Veli; beni de alın yanınıza"
demiş.
Sonra aralarında şu konuşma geçmiş:
Alihan
Bey: "Seni de alayım da senin ne hünerin vardır? Silah
kuşanmasını
bilir misin, seni muhafız yapalım."
Veli:
"Ben silah kullanmayı bilmem."
Alihan
Bey: "Seni seyis yapalım; attan deveden anlar mısın?"
Veli:
"Vallahi hiç anlamam."
Alihan
Bey: "Aşçı yapalım o zaman; yemekten anlar mısın?"
Veli:
"Yemek yemeyi severim de, pişirmeyi bilmem. "
Alihan
Bey: "Yıldızlardan anlar mısın? Seni mihmandar
yapalım."
Veli:
"Karanlık gecelerde sırtüstü yatıp yıldızları seyretmeyi
pek
severim de, hangi yıldız hangi yönü gösterir, işte onu
bilemem."
Alihan
Bey kızmış: "Kardeşim, hem elinden hiçbir iş gelmez
hem
de kervana katılmak istersin; bu nasıl iş?" demiş.
Veli
şöyle karşılık vermiş: "Ben, seyis değilim, muhafız
değilim,
aşçı değilim, mihmandar değilim; satıcı veya
muhasebeci
de değilim. Ben sadece yiyen, içen, konuşan,
düşünen,
seyreden, keyif alan bir varlığım. Ekmeğinizi yersem,
karşılığında
ufak tefek işler yaparım. Ama büyük hünerler
beklemeyin
benden. Kervana alırsanız pişman olmazsınız."
Alihan
Bey'in aklı bu işe pek yatmamış. Ama tuhaf bir sezgi
gelmiş
içine. Bu adamı alırsam iyi olacak; kalbini kırmayayım,
ha
bir eksik ha bir fazla diye düşünmüş. Katmış Veli'yi kervana.
Neyse,
lafı uzatmayalım, kervan yola çıkmış. Başlangıçta her
şey
yolundaymış ama günler geçtikçe işler değişmiş. Birkaç
kum
fırtınasına yakalanmışlar çölde. Ardından bir hastalık
dadanmış
hem adamlara hem develere. Bir de eşkıya basmaz
mı
kervanı.
Ne
yükten eser kalmış, ne maldan haber. Adamlar desen, ya
ölmüşler
ya çil yavrusu gibi dağılmışlar dört bir yana.
Çölün
sonlarına vardığında, Alihan Bey tek başınaymış. Bütün
adamlarını,
mallarını, develerini, atlarını kaybetmiş. Yan baygın
geçirdiği
bir gecenin sonunda, bir de gözlerini açmış ki, Veli
yanı
başında oturuyor. Bir tek o gitmemiş.
Alihan
Bey "Herkes beni terk etti, sen niye gitmedin?" diye
sormuş
Veli'ye. Veli "Onların her birinin bir işi vardı; kimi
seyisti,
kimi muhafızdı. İş bitti, hepsi gitti. Benim bir işim
yoktu;
gitmem de gerekmedi."
Alihan
Bey: "Sağol da, ben şimdi ne yapayım? Malım mülküm
gitti;
yaşamam gereksiz şimdi."
Veli:
"Hâlâ yapabileceğin bir şey var."
Alihan
Bey: "Artık yapabileceğim hiçbir şey yok. Develerimi
süremem,
mallarımı satamam."
Veli:
"Yapabileceğin şeyler var. Bir süre yanımda kal ve bana
bak.
Ben senin varlığının, görünürde hiçbir işe yaramayan,
ama
aslında senin özünü oluşturan yanını gösteriyorum sana."
Alihan
Bey: "Nasıl yani?"
Veli:
"Önce şu ağaçlardaki hurmalardan yiyelim ve şu kuyudan
su
içelim. Bugüne kadar hep hasta olmamak için, ayakta kalıp
malına
mülküne sahip çıkabilmek için yedin. Bugün yalnız
kendin
için yiyeceksin. Bugüne kadar ya bir sonraki menzile
kadar
ya su bulamazsan diye düşünüp su içtin. Bugün yalnızca
kendin
için içeceksin. Ve gece sırtüstü yatıp yıldızları
seyredeceğiz.
Sen bugüne kadar, gece yolunu bulabilmek için
baktın
yıldızlara. Bu gece yalnızca kendin için bakacaksın
onlara.
Bugüne kadar sen, altınlar, sandıklar için yaşadın;
kendini
sandıklara kapattın. "
Alihan
Bey: "Ben, malım mülküm olmadan hiç işe yaramam."
Veli:
"İyi de bu söyleyen, malı mülkü olan Alihan Bey mi, yoksa
sadece
Alihan mı? Bütün unvanlarının dışında, konuşan,
düşünen,
yiyip içen, dinleyen, seyreden bir sen var senin
içinde.
O seni, yani kendini unutma. Kendisi ile sahip oldukları
arasındaki
farkı unutan, sahip olduklarını kaybettiğinde,
kendini
boşlukta hisseder bu alemde."
Kıssadan
hisse:
"Ben"
dediğimiz şeyi oluşturan pek çok rol var. "Acıkan,
yiyen--içen
ben" vardır; "konuşan, düşünen, algılayan
ben"
vardır; bunlar psikolojik rollerimizdir. Bir de sosyal
rollerimiz
vardır, mesleki rollerimiz vardır; evlat, anne,
baba,
öğrenci, öğretmen, avukat, müdür, alıcı, satıcı...
rollerine
bürünürüz.
Sosyal/toplumsal
rollerimizi o kadar benimseriz ki,
giderek
psikolojik rollerimizi küçümser, hatta unuturuz.
Doktor,
mühendis, müdür yanımıza çok önem veririz de,
"yiyen--içen,
uyuyan, konuşan, düşünen ben"i küçük bir
şey
olarak algılarız. Oysa, psikolojik ve sosyal rollerimiz
bir
bütündür ve psikolojik rollerimiz "küçük şey" değildir.
Sıcak
bir yaz günü buz gibi bir bardak suyu Doktor Ayşe
Hanım
içmez; Ayşe içer. Doktor Ayşe Hanım hastalarına
bakar.
Soğuk
bir kış günü, bir bardak tarçınlı salebi Müdür Bey
içmez,
Ahmet içer; Müdüre Hanım içmez, Zeynep içer.
Biz
günlük yaşamda salebi Ahmet'in değil, Müdür Ahmet
Bey'in
içtiğini düşünüyoruz. Müdürlüğü Ahmetlikten daha
fazla
önemsiyoruz. Hatalıdır bu tavrımız. Eğer, yiyen,
içen,
düşünen, manzarayı seyreden Ahmet olmasaydı,
Müdür
Ahmet de olmazdı.
Bir
Çinli bilgenin sözü: Doğduğun zaman l'sin, sapsade
bir
1. Zamanla l'in sağına sıfırlar eklersin; diplomaların
olur,
unvanların, rollerin, rozetlerin olur, evler, arabalar
alırsın.
Bunların her biri bir sıfırdır ama l'in sağına
eklendikçe
senin değerin artar. Şu hale gelirsin:
10000000000...
0
Bütün
bu sıfırların ne zamana kadar değeri vardır? Sen
hayatta
olduğun sürece. Sen öldün, 1 gitti,
0000000000...
0
oldu,
sıfırların hiçbir anlamı kalmadı. İşte "1" bizim
psikolojik
rollerimizi, 0'lar ise sosyal rollerimizi
sembolize
ediyor. Alihan Bey'in bütün 0'ları gitmiştir;
ama
l'i hâlâ elindedir; onun değerini bilmelidir.
1
(bir) küçük bir şeydir. Ama sıfırlarınızın başında bu
küçük
şey olmasa siz evreni fark edemezdiniz; o 1 olmasa
siz
şu an bu kitabı okuyor olmayacaktınız.
Kendini
bilmezlik, rol tutsaklığı, varoluşu yaşayamamanın
belki
de en temel göstergesi. Varoluşumuzu
yaşayamadığımız
zaman sahip olduğumuz toplumsal
rolleri
giderek öz varlığımızdan üstün tutmaya başlıyoruz.
Pek
çok kişiye "Müdür Bey", karısına da "Müdür Bey'in
Hanımı"
denir. Ya da "Savcı Bey, Savcı Bey'in Hanımı".
Kişilerin
adları çevre için önemli değildir. İşin kötüsü,
müdür
bey de kendisini, giderek yalnızca "Müdür Bey"
olarak
algılamaya başlar. Peki, ya müdürlüğü giderse, işte
o
zaman felakettir.
Varoluşumuzu yaşayamadığımız zaman sahip
olduğumuz toplumsal rolleri,
giderek öz varlığımızdan
üstün tutmaya başlıyoruz.
Çevremde
emekli olan bazı kişilerin büyük sıkıntıya
düştüklerini
gözlemişimdir. Kendilerini sadece "müdür,
mühendis,
eş, evlat" diye tanımlayanlar, gün gelip de bu
rollerini
kaybettiklerinde sudan çıkmış balığa dönüyorlar.
Örneğin
emekli olduklarında kendilerini boşlukta
hissediyorlar.
Osmanlıda
bir veziri padişah azletmiş. Rütbesini,
tuğlarını,
maiyetindeki adamları kaybeden vezir, akşam
konağına
tek başına gelmiş. "Böyle hayat olmaz olsun"
demiş,
soyunup yatağına yatmış. Dokunmaya cesaret
edememişler.
Ertesi gün yorganı açmışlar ki, adamcağız
ölmüş.
Oysa o vezir, küçük yaşlardan beri, sahip olduğu
psikolojik
rollerin de farkında olarak yetiştirilseydi ölmesi
gerekmezdi.
Vezirliği kaybettikten sonra, şimdi hayal bile
edemediğimiz,
o günün yemyeşil İstanbul'unun keyfini
sürebilir,
geceleri gökyüzünü keyifle seyredebilirdi.
Muhtemelen
bütün parası elinden alınmıyordu; iftar
sofralarında
sohbetler edebilir, okuyup düşünebilirdi.
O
vezir, vezirliğe büyük ihtimalle kırkından sonra erişti.
Peki
vezirliği kaybettiğinde yaşayamayan bu vezir vezir
olmadan
önce nasıl yaşıyordu? Emekli olur olmaz
hastalanan
bazı büyüklerimiz, o mesleğe girmeden önce
nasıl
yaşıyorlardı?
Bazı
rütbeler/makamlar/roller bir ayrıkotu gibi yaşam
bahçemizi
öylesine kaplıyor ki, onlar sökülüp gittiğinde,
artık
ekilip biçilemeyen bir bahçe, işe yaramayan bir ömür
kalıyor
elimizde.
İşte
bunu anlatıyor Alihan Bey'in öyküsü. Alihan Bey'in
malı
mülkü önemlidir; sahip olduğu roller önemlidir.
Ancak
bütün bu sosyal/mesleki rollerin yanı sıra,
psikolojik
rolleri de önemlidir. Yiyen, içen, uyuyan,
konuşan,
dinleyen, seyreden Alihan da önemlidir.
Psikolojik
rollerimiz, sosyal rollerimizden önceliklidir.
Sosyal
rollerimiz olmadan da psikolojik rollerimizle
yaşayabiliriz.
Ama psikolojik rollerimiz olmadan
yaşayamayız.
Veli, Alihan Bey'in, bu olmazsa olmaz
yanını,
psikolojik rollerini sembolize etmektedir.
Hisse:
Kendimiz ile sahip olduklarımız arasında ayrım
yapmakta
güçlük çekeriz. Oysa her insan, sahip olduğu
eşyaların,
unvanların, rollerin dışında, yiyip içen, konuşup
düşünen,
seyredip dinleyen bir ben'e sahiptir, içimizdeki
bu
sapsade ben'e sahip çıktığımızda, o güne kadar
tatmadığımız
bir mutluluğu yakalayabiliriz. Belki o
zaman
Aborijinler, bizim de gerçek insan olduğumuzu
söylerler.
Her insan, sahip olduğu eşyaların,
unvanların, rollerin dışında, yiyip içen,
konuşup düşünen, seyredip dinleyen
bir ben'e sahiptir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder