Rekalm

21 Aralık 2013 Cumartesi

7 ÖTEKİ--BİLMEZLİK/ BEN-MERKEZCİLİK


7
ÖTEKİ--BİLMEZLİK/
BEN-MERKEZCİLİK
"İnsan evrenin merkezindedir" sözünde, bu sözü söyleyen
bilgenin kastetmediği bir de olumsuz anlam, üçüncü bir
anlam gizli belki. O da şu:
İnsanoğlu bencildir, kendini dünyanın merkezinde kabul
eder; her şeyin onun için olduğunu, her şeyi key-fince
sömürebileceğini düşünür.
İnsan, bir yandan iletişim kurar, sosyaldir, yardımseverdir;
ama bir yandan ben-merkezcidir (ego-santriktir), olaylara
karşısındakinin bakış tarzıyla bakmaz, onunla empati
kurmaz.
Bir insan eğer ben-merkezci davranıyor, kendini
karşısındaki insanların, ötekilerin yerine koyamıyor,
onların bakış tarzlarını kavrayamıyorsa, bu durumu "ötekibilmezlik"
olarak adlandırmak istiyorum. (Kadir
bilmezliği çağrıştıran bir kavram oldu.)
Bir insan, ben-merkezci davrandığında, sadece kendi bakış
tarzını önemseyip ötekini bilmediğinde, onun bakış tarzını
kavrayamadığında sorunlar çıkar ortaya. Birkaç örnek:
Ben-Merkezci Davranışlara Örnekler
Bir müdür, hata yapan elemanına bağırıyor. Bu müdüre
niçin böyle davrandığını sorsak, büyük ihtimalle şöyle der:
"Beni sinirlendiriyor. İşlerini doğru dürüst yapsalar
bağırmam. " Bu müdür, olaya yalnızca kendi açısından
bakmakta, ben-merkezci davranmaktadır. Elemanının
istemeden hata yapmış olabileceğini, kendisine
bağırılmasından, özellikle başkalarının yanında
bağırılmasından hoşlanmadığını düşünmemektedir.
Eğer bu müdür bağırdığı zaman elemanının rahatsız
olduğunu fark edemiyorsa, ben-merkezcidir, ötekibilmezdir,
bu yüzden de empati kuramıyordur. (Eğer
müdür, elemanının rahatsız olduğunu biliyor ama
aldırmıyorsa, ben-merkezci değildir, öteki--bilmez
değildir. Peki nedir? Sadistçe davrandığını, eziyetten
hoşlandığını düşünsek yanılmış olur muyuz?)
Çatışmalarda insanların ben-merkezci davrandıklarını, çok
net bir şekilde olmasa da kısmen görebiliriz. Ancak benmerkezciliği
daha iyi görebilmek/gösterebilmek için
okuyucularıma birkaç soru soracağım:
1. Soru: Sıcak havada üç--beş günlük bir leş (hayvan
ölüsü) nasıl kokar?
2. Soru: Kaliteli bir losyon nasıl kokar?
3. Soru: Zeytinyağı sağlığa yararlı mıdır?
Lütfen yukarıdaki soruları cevapladıktan sonra kitabı
okumaya devam ediniz:
Herhalde birinci soruya "Leş pis kokar" diye cevap
verdiniz. Bakınız bence, "Leş pis kokar" demek benmerkezci
bakış tarzının ürünüdür. Çünkü, leş pis korkmaz,
leşte bir pislik yoktur. Leş, taze et yiyen canlılara, aslana,
insana pis kokar. Aynı leş, sırtlana, akbabaya herhalde
misk kokuyor.
Leşte bir pislik yoktur;
leş, taze et yiyen canlılara,
insana, aslana pis kokar;
leş, sırtlana misk gibi kokar.
İkinci soruya herhalde "Losyon hoş kokar diye cevap
verdiniz. Aynı şekilde losyonda da herkes için geçerli bir
hoşluk yoktur. Losyon bize güzel kokar; bazı hayvanlara
iğrenç kokar; losyondan bucak bucak kaçarlar.
Herhalde üçüncü soruyu da "zeytinyağı sağlığa yararlıdır"
diye cevapladınız. Bu cevap da ben-merkezci bakış
tarzının, öteki--bilmezliğin ürünüdür. Zeytinyağı biz
insanlara yararlıdır; ama bir damlası bazı böcekleri
öldürürmüş. (Hangi böcek olduğunu söylemek
istemiyorum.)
Bakınız, yukarıdaki örneklerde de görüldüğü üzere,
dünyaya bakarken kendimizi merkez alıyoruz, benmerkezci
düşünüyoruz. Dilimiz ile bu düşünme sistemi
arasında paralellik oluşturmuş bulunuyoruz. "Leş pis
kokar, losyon güzel kokar" derken dünyada bizim
dışımızda da yaşayanlar bulunduğunu unutuyoruz.
"Benim düşüncelerim en doğrusu" derken de bunu
yapıyoruz. (Arada ben de yapıyorum bunu.) Ama
unutmayalım:
Losyon bize güzel kokar,
zeytinyağı insan sağlığına yararlıdır.
Bu bilgiler bütün canlılar için geçerli değildir.
Ben-merkezciliğimizi üç grupta toplayabiliriz. Bunlar,
fiziksel, zihinsel, duygusal.
Fiziksel Ben-Merkezcilik: Kime Göre?
Sokakta bir adres sorduğunuz zaman, insanların en az
yarısı, eliyle göstermeden "soldaki yolu izle; sağa dön"
benzeri şeyler söylerler. Bunu söyleyen kendi solunu
kasteder; o kişi karşınızda durduğu için onun solu sizin
sağınız olur. Aslında sizin sağ tarafa gitmeniz gerekir ama
o "sol" dedi diye siz sola, yani yanlış tarafa gidersiniz. (Bu
durum yalnızca ülkemizde değil, dünyanın hemen her
yerinde karşınıza çıkar.)
Adres tarifindeki bu yanlışlık, tarif eden kişinin benmerkezciliğinden
kaynaklanmaktadır. Tarif eden kişi
kendini karşısındakinin yerine koymamakta, fiziksel
açıdan ben-merkezci düşünmekte ve davranmaktadır.
Bir öykü:
Karşıdaki Adam
Bir ırmağın bu yakasında bir adam varmış. Karşı yakasında da
başka bir adam. Irmak geçilmesi zor bir ırmakmış. Bu yakadaki
karşı yakadakine seslenmiş: "Hey, karşıya nasıl geçebilirim?"
Karşı yakadaki adam hayretle cevap vermiş: "Ne lüzum var,
sen zaten karşıdasın."
Nerede okuduğumu hatırlamıyorum. Internet'teki imzasız
öykülerden biriydi galiba. İnsanın ben--merkezciliğini güzel
anlatıyor.
Bu öyküyle benzer bir şey var. Nice İstanbulluya "Nerede
oturuyorsun?" diye sorarsanız size "Karşıda" diye cevap
veriyor. Anadolu'da oturanlar da öyle, Rumeli'de oturanlar
da öyle.
Araba park ederken yardım eden çok olur. Arkadan şöyle
bir ses duyarım: "Gel, gel, gel, sağ yap, sol yap, topla,
topla... " Ne yana toplamanı gerektiğini hiç
anlamamışımdır.
Dünya haritasına bakınız. Avrupa kuzeyde, yukarıdadır.
Bunun nedeni, coğrafyayı, coğrafyanın matematiğini
geliştirenlerin Avrupa'da yaşamış olmaları. Uzayda
dünyanın aşağısı--yukarısı yoktur. Ama yeryüzünde bir
yerküre yaptığında, kendi ülkesini yukarıya yerleştirmek
insanoğluna iyi gelmektedir. Eğer coğrafyayı Aborijinler
geliştirmiş olsalardı, Avustralya bugün haritaların
yukarısında bulunurdu. (Aborijinler kendilerine "Gerçek
insanlar" diyorlarmış; galiba aynı şeyi Batılılar da
kendileri için düşünüyorlar.)
Fiziksel ben-merkezcilikle ilgili bir son söz: Dünya
gördüğünüz gibi değildir. Leş "size" pis kokmaktadır;
dünya da size böyle görünmektedir. Eski Yunanda bir
bilge, muhteşem bir sezgiyle "Cisimlerde renk yoktur;
renk ışıktadır" demiş. Galiba olay şu: Bir cisimden
gözünüze belli dalga boylarında ışık gelir; beyin bunu
yorumlar, "kırmızı" diye algılar. Cisimlerde renk yoktur;
renk beyninizdedir. Nitekim bir köpek veya arı dünyayı
bizim gibi görmez.
Dünya bizim gördüğümüz gibi değildir. Sağlam bir
duvarın dopdolu olduğunu görürüz. Oysa o duvarın
onbinde biri atomların çekirdekleri ve elektronları
tarafından doldurulmuştur; atomun içinde büyük bir
boşluk vardır. Duvarın onbinde 999'u boştur. Biz dolu
görürüz.
Zihinsel Ben-Merkezcilik
Karşımızdakilerin dünyayı ve olayları algılama ve
düşünme biçimlerinin yanlış olduğunu, bizim algılama ve
düşünme biçimimizin ise tek doğru olduğunu düşünmek
zihinsel ben-merkezciliktir. Fiziksel ben-merkezcilik
zihinsel ben-merkezciliği besler.
Diyelim ki çocuğunuza matematik ödevinde yardım
ediyorsunuz. Size göre kolay bir şeyi anlamadı. Çocuğa
'Yavrum bak çok kolay" deriz. Leşte pislik yoktur, bize pis
gelir. Problemlerde de kolaylık veya zorluk yoktur; bize
göre kolay veya zordur.
Bir öykü:
Saz Çalamayan Bektaşi
Bir Bektaşi saz çalmayı bilmiyormuş. (Belki de biliyordu da
bize ders vermek için bilmiyor gözükmüş.) Bilmediği için de
sol elinin bir parmağını sazın bir perdesinde hareketsiz tutup
sağ eliyle de çalar gibi yapıyormuş. Bir ara birisi "Erenler,
başkaları ellerini perdede gezdiriyor, senin elin niçin sabit?"
diye sormuş. Bektaşi, "Benim tuttuğum yer en doğru yerdir.
Onlar benim tuttuğum yeri arıyorlar" demiş.
Yukarıdaki öykü, ben-merkezciliği çok güzel anlatıyor.
Ben-merkezci kişi, kendi bakış tarzının, kendi
düşüncelerinin tek doğru olduğunu, kendisi gibi
düşünmeyenlerde bir bozukluk bulunduğunu düşünür.
Bazen de kendi gibi düşünmeyenleri değiştirmeye,
kendine benzetmeye çabalar.
İnsan ilişkilerinde ben-merkezcilikten tamamen
uzaklaşmak herhalde mümkün değil, belki gerekli de
değil, u Ben-merkezciliğin fazla olmaması yeterli.
Bir öykü:
Menemen Treni
Bir dostum gerçek diye anlattı. Tren İzmir'den Menemen
istikametinde yola çıkmış. Yaşlı bir teyze kondüktörü çağırıp
"Yavrum Menimen'e varınca beni bildiriver, aman unutma"
demiş.
Kondüktör de "Sen uyu teyzem, Menimen'i vannca ben seni
bildiricem" diye garanti vermiş. Teyze güvenip uyumuş.
Kondüktör ise olayı unutmuş. Tren Menemen'i geçmiş. Epey
sonra kondüktör teyzenin ineceğini hatırlayıp makiniste
koşmuş. Treni durdurmuşlar ve üzülmüşler. Gecenin bir vakti
kadıncağızın Menemen'e tek başına dönmesi olacak iş
değilmiş. Makinist "Dur, ben treni geri alayım, Menemen'e geri
dönelim. Gece fark eden olmaz; soran olursa da 'Yanlış
makasa girmişiz' deyip idare ederiz" demiş. Ve gece
karanlığında Menemen'e geri dönmüşler. Kondüktör koşup
teyzeyi uyandırmış "Kalk teyzem, Menimen'i vardık" demiş.
Teyze uyanmış "ömrüne bereket yavrum" diyerek çantasını
açmış, bir hap çıkarıp yutmuş. Tekrar başını yaslamış.
Kondüktör hayretler içinde, inmiyor musun diye sormuş. Teyze
"Yok yavrum, ben bugün doktora gittiydim, doktor iki tane hap
verdi. Birini Basmane'de alcen dedi, ikinciyi de Menimen'i
vannca alcen. Ben hapımı aldım, kal sağlıcakla" demiş.
Karşınızdakinin sözlerine veya davranışlarına bakıp onun
ne düşündüğünü yüzde yüz anlamanız mümkün değildir.
Ancak;
önemli olan, hata yapmamak değil,
yapılan hatalardan ders almak (geribildirim almak),
tecrübe kazanmaktır.
Zihinsel ben-merkezcilik bireylere özgü değildir.
Toplumlar da sergiler bu tavrı. Tarih boyunca nice toplum
kendini herkesten üstün görmüştür. Bilimde, felsefede bile
bu ben-merkezci tavrı görmek mümkündür.
Batılı bilim insanlarının yazdığı "Dünya Tarihi" veya
"Bilim Tarihi" adını taşıyan nice kitap sadece Batı
tarihinden ve biliminden söz eder. Pes.
Belki benzeri tavır bizde de var. Çocukluğumda şunu sık
duyardım: "Efendim, Batı bu seviyeye bizim sayemizde
ulaştı. Barutu, kağıdı, pusulayı, biz Çin'den aldık; Batı da
bizden öğrendi. Biz olmasaydık var ya, Batı geri kalırdı. "
Pes.
Duygusal Ben-Merkezcilik
Karşınızdakinin haklı olduğunu düşünebilirsiniz, onun
bakış tarzını kavrayabilirsiniz. Ama bir de onun neler
hissettiğini anlamalısınız. Karşınızdakinin duygularına
kapalı kalıp yalnızca kendi duygularınızı fark ettiğinizde
duygusal ben-merkezcilik sergilemiş olursunuz.
Bazı beyler eşleri ağladığında, bunu gereksiz buluyorlarsa
"Hanım bunda ağlayacak ne var" derler. Böyle
söylediklerinde, farkında olmadan, bir insanın ağlaması
için mantıklı/makul nedenler bulunması gerektiğini ifade
etmiş olurlar. Oysa, bütün duygusal davranışlar gibi
ağlama da, öznel (sübjektif) bir değerlendirmenin
sonucudur.
Bir öğrenci "Ders çalışmak beni sıkıyor" dediğinde
annesi / babası "Biz senin yaşındayken hiç sıkılmazdık;
sıkılma, bu senin istikbalin" derlerse, bu sözleri duygusal
ben-merkezciliğin ürünüdür. Anne-baba çocuğun, kendine
özgü, öznel duyguları olabileceğini düşünmemektedir,
onun duygularına benzer duygusal yaşantı
geçirememekte, kısacası çocuklarıyla empati
kuramamaktadırlar.
Eğer ders çalışmaktan sıkıldığını söyleyen çocuğa "Sen
ders çalışmaktan sıkılıyorsun" şeklinde basit bir mesaj
verseler, bu mesaj ben-merkezcilikten uzak olurdu.
Çocuğunuza "Çalışmaktan sıkılıyorsun" derseniz çalışmaz
diye endişe edebilirsiniz. İyi de, "çalış" dediğiniz zaman
da zaten çalışmıyor. Bari "sıkılıyorsun" diye empati
kurarak söze başlayın da aranızda bir diyalog kurulma
ihtimali artsın.
Bu konuda son olarak şunu belirtmekte yarar var. Fiziksel,
zihinsel, duygusal ben-merkezcilik, birbirlerinden
tamamen bağımsız şeyler olmayıp birlikte işleyen
yapılardır. İçlerinden birini sergilediğimizi fark
ettiğimizde, diğerlerini azaltma şansımız artar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder