7
ÖTEKİ--BİLMEZLİK/
BEN-MERKEZCİLİK
"İnsan
evrenin merkezindedir" sözünde, bu sözü söyleyen
bilgenin
kastetmediği bir de olumsuz anlam, üçüncü bir
anlam
gizli belki. O da şu:
İnsanoğlu
bencildir, kendini dünyanın merkezinde kabul
eder;
her şeyin onun için olduğunu, her şeyi key-fince
sömürebileceğini
düşünür.
İnsan,
bir yandan iletişim kurar, sosyaldir, yardımseverdir;
ama
bir yandan ben-merkezcidir (ego-santriktir), olaylara
karşısındakinin
bakış tarzıyla bakmaz, onunla empati
kurmaz.
Bir
insan eğer ben-merkezci davranıyor, kendini
karşısındaki
insanların, ötekilerin yerine koyamıyor,
onların
bakış tarzlarını kavrayamıyorsa, bu durumu "ötekibilmezlik"
olarak
adlandırmak istiyorum. (Kadir
bilmezliği
çağrıştıran bir kavram oldu.)
Bir
insan, ben-merkezci davrandığında, sadece kendi bakış
tarzını
önemseyip ötekini bilmediğinde, onun bakış tarzını
kavrayamadığında
sorunlar çıkar ortaya. Birkaç örnek:
Ben-Merkezci Davranışlara Örnekler
Bir
müdür, hata yapan elemanına bağırıyor. Bu müdüre
niçin
böyle davrandığını sorsak, büyük ihtimalle şöyle der:
"Beni
sinirlendiriyor. İşlerini doğru dürüst yapsalar
bağırmam.
" Bu müdür, olaya yalnızca kendi açısından
bakmakta,
ben-merkezci davranmaktadır. Elemanının
istemeden
hata yapmış olabileceğini, kendisine
bağırılmasından,
özellikle başkalarının yanında
bağırılmasından
hoşlanmadığını düşünmemektedir.
Eğer
bu müdür bağırdığı zaman elemanının rahatsız
olduğunu
fark edemiyorsa, ben-merkezcidir, ötekibilmezdir,
bu
yüzden de empati kuramıyordur. (Eğer
müdür,
elemanının rahatsız olduğunu biliyor ama
aldırmıyorsa,
ben-merkezci değildir, öteki--bilmez
değildir.
Peki nedir? Sadistçe davrandığını, eziyetten
hoşlandığını
düşünsek yanılmış olur muyuz?)
Çatışmalarda
insanların ben-merkezci davrandıklarını, çok
net
bir şekilde olmasa da kısmen görebiliriz. Ancak benmerkezciliği
daha
iyi görebilmek/gösterebilmek için
okuyucularıma
birkaç soru soracağım:
1.
Soru: Sıcak havada üç--beş günlük bir leş (hayvan
ölüsü)
nasıl kokar?
2.
Soru: Kaliteli bir losyon nasıl kokar?
3.
Soru: Zeytinyağı sağlığa yararlı mıdır?
Lütfen
yukarıdaki soruları cevapladıktan sonra kitabı
okumaya
devam ediniz:
Herhalde
birinci soruya "Leş pis kokar" diye cevap
verdiniz.
Bakınız bence, "Leş pis kokar" demek benmerkezci
bakış
tarzının ürünüdür. Çünkü, leş pis korkmaz,
leşte
bir pislik yoktur. Leş, taze et yiyen canlılara, aslana,
insana
pis kokar. Aynı leş, sırtlana, akbabaya herhalde
misk
kokuyor.
Leşte bir pislik yoktur;
leş, taze et yiyen canlılara,
insana, aslana pis kokar;
leş, sırtlana misk gibi kokar.
İkinci
soruya herhalde "Losyon hoş kokar diye cevap
verdiniz.
Aynı şekilde losyonda da herkes için geçerli bir
hoşluk
yoktur. Losyon bize güzel kokar; bazı hayvanlara
iğrenç
kokar; losyondan bucak bucak kaçarlar.
Herhalde
üçüncü soruyu da "zeytinyağı sağlığa yararlıdır"
diye
cevapladınız. Bu cevap da ben-merkezci bakış
tarzının,
öteki--bilmezliğin ürünüdür. Zeytinyağı biz
insanlara
yararlıdır; ama bir damlası bazı böcekleri
öldürürmüş.
(Hangi böcek olduğunu söylemek
istemiyorum.)
Bakınız,
yukarıdaki örneklerde de görüldüğü üzere,
dünyaya
bakarken kendimizi merkez alıyoruz, benmerkezci
düşünüyoruz.
Dilimiz ile bu düşünme sistemi
arasında
paralellik oluşturmuş bulunuyoruz. "Leş pis
kokar,
losyon güzel kokar" derken dünyada bizim
dışımızda
da yaşayanlar bulunduğunu unutuyoruz.
"Benim
düşüncelerim en doğrusu" derken de bunu
yapıyoruz.
(Arada ben de yapıyorum bunu.) Ama
unutmayalım:
Losyon bize güzel kokar,
zeytinyağı insan sağlığına yararlıdır.
Bu bilgiler bütün canlılar için geçerli değildir.
Ben-merkezciliğimizi
üç grupta toplayabiliriz. Bunlar,
fiziksel,
zihinsel, duygusal.
Fiziksel Ben-Merkezcilik: Kime Göre?
Sokakta
bir adres sorduğunuz zaman, insanların en az
yarısı,
eliyle göstermeden "soldaki yolu izle; sağa dön"
benzeri
şeyler söylerler. Bunu söyleyen kendi solunu
kasteder;
o kişi karşınızda durduğu için onun solu sizin
sağınız
olur. Aslında sizin sağ tarafa gitmeniz gerekir ama
o
"sol" dedi diye siz sola, yani yanlış tarafa gidersiniz. (Bu
durum
yalnızca ülkemizde değil, dünyanın hemen her
yerinde
karşınıza çıkar.)
Adres
tarifindeki bu yanlışlık, tarif eden kişinin benmerkezciliğinden
kaynaklanmaktadır.
Tarif eden kişi
kendini
karşısındakinin yerine koymamakta, fiziksel
açıdan
ben-merkezci düşünmekte ve davranmaktadır.
Bir
öykü:
Karşıdaki
Adam
Bir
ırmağın bu yakasında bir adam varmış. Karşı yakasında da
başka
bir adam. Irmak geçilmesi zor bir ırmakmış. Bu yakadaki
karşı
yakadakine seslenmiş: "Hey, karşıya nasıl geçebilirim?"
Karşı
yakadaki adam hayretle cevap vermiş: "Ne lüzum var,
sen
zaten karşıdasın."
Nerede
okuduğumu hatırlamıyorum. Internet'teki imzasız
öykülerden
biriydi galiba. İnsanın ben--merkezciliğini güzel
anlatıyor.
Bu
öyküyle benzer bir şey var. Nice İstanbulluya "Nerede
oturuyorsun?"
diye sorarsanız size "Karşıda" diye cevap
veriyor.
Anadolu'da oturanlar da öyle, Rumeli'de oturanlar
da
öyle.
Araba
park ederken yardım eden çok olur. Arkadan şöyle
bir
ses duyarım: "Gel, gel, gel, sağ yap, sol yap, topla,
topla...
" Ne yana toplamanı gerektiğini hiç
anlamamışımdır.
Dünya
haritasına bakınız. Avrupa kuzeyde, yukarıdadır.
Bunun
nedeni, coğrafyayı, coğrafyanın matematiğini
geliştirenlerin
Avrupa'da yaşamış olmaları. Uzayda
dünyanın
aşağısı--yukarısı yoktur. Ama yeryüzünde bir
yerküre
yaptığında, kendi ülkesini yukarıya yerleştirmek
insanoğluna
iyi gelmektedir. Eğer coğrafyayı Aborijinler
geliştirmiş
olsalardı, Avustralya bugün haritaların
yukarısında
bulunurdu. (Aborijinler kendilerine "Gerçek
insanlar"
diyorlarmış; galiba aynı şeyi Batılılar da
kendileri
için düşünüyorlar.)
Fiziksel
ben-merkezcilikle ilgili bir son söz: Dünya
gördüğünüz
gibi değildir. Leş "size" pis kokmaktadır;
dünya
da size böyle görünmektedir. Eski Yunanda bir
bilge,
muhteşem bir sezgiyle "Cisimlerde renk yoktur;
renk
ışıktadır" demiş. Galiba olay şu: Bir cisimden
gözünüze
belli dalga boylarında ışık gelir; beyin bunu
yorumlar,
"kırmızı" diye algılar. Cisimlerde renk yoktur;
renk
beyninizdedir. Nitekim bir köpek veya arı dünyayı
bizim
gibi görmez.
Dünya
bizim gördüğümüz gibi değildir. Sağlam bir
duvarın
dopdolu olduğunu görürüz. Oysa o duvarın
onbinde
biri atomların çekirdekleri ve elektronları
tarafından
doldurulmuştur; atomun içinde büyük bir
boşluk
vardır. Duvarın onbinde 999'u boştur. Biz dolu
görürüz.
Zihinsel Ben-Merkezcilik
Karşımızdakilerin
dünyayı ve olayları algılama ve
düşünme
biçimlerinin yanlış olduğunu, bizim algılama ve
düşünme
biçimimizin ise tek doğru olduğunu düşünmek
zihinsel
ben-merkezciliktir. Fiziksel ben-merkezcilik
zihinsel
ben-merkezciliği besler.
Diyelim
ki çocuğunuza matematik ödevinde yardım
ediyorsunuz.
Size göre kolay bir şeyi anlamadı. Çocuğa
'Yavrum
bak çok kolay" deriz. Leşte pislik yoktur, bize pis
gelir.
Problemlerde de kolaylık veya zorluk yoktur; bize
göre
kolay veya zordur.
Bir
öykü:
Saz
Çalamayan Bektaşi
Bir
Bektaşi saz çalmayı bilmiyormuş. (Belki de biliyordu da
bize
ders vermek için bilmiyor gözükmüş.) Bilmediği için de
sol
elinin bir parmağını sazın bir perdesinde hareketsiz tutup
sağ
eliyle de çalar gibi yapıyormuş. Bir ara birisi "Erenler,
başkaları
ellerini perdede gezdiriyor, senin elin niçin sabit?"
diye
sormuş. Bektaşi, "Benim tuttuğum yer en doğru yerdir.
Onlar
benim tuttuğum yeri arıyorlar" demiş.
Yukarıdaki
öykü, ben-merkezciliği çok güzel anlatıyor.
Ben-merkezci
kişi, kendi bakış tarzının, kendi
düşüncelerinin
tek doğru olduğunu, kendisi gibi
düşünmeyenlerde
bir bozukluk bulunduğunu düşünür.
Bazen
de kendi gibi düşünmeyenleri değiştirmeye,
kendine
benzetmeye çabalar.
İnsan
ilişkilerinde ben-merkezcilikten tamamen
uzaklaşmak
herhalde mümkün değil, belki gerekli de
değil,
u Ben-merkezciliğin fazla olmaması yeterli.
Bir
öykü:
Menemen
Treni
Bir
dostum gerçek diye anlattı. Tren İzmir'den Menemen
istikametinde
yola çıkmış. Yaşlı bir teyze kondüktörü çağırıp
"Yavrum
Menimen'e varınca
beni bildiriver, aman unutma"
demiş.
Kondüktör
de "Sen uyu teyzem, Menimen'i vannca ben seni
bildiricem"
diye garanti vermiş. Teyze güvenip uyumuş.
Kondüktör
ise olayı unutmuş. Tren Menemen'i geçmiş. Epey
sonra
kondüktör teyzenin ineceğini hatırlayıp makiniste
koşmuş.
Treni durdurmuşlar ve üzülmüşler. Gecenin bir vakti
kadıncağızın
Menemen'e tek başına dönmesi olacak iş
değilmiş.
Makinist "Dur, ben treni geri alayım, Menemen'e geri
dönelim.
Gece fark eden olmaz; soran olursa da 'Yanlış
makasa
girmişiz' deyip idare ederiz" demiş. Ve gece
karanlığında
Menemen'e geri dönmüşler. Kondüktör koşup
teyzeyi
uyandırmış "Kalk teyzem, Menimen'i vardık" demiş.
Teyze
uyanmış "ömrüne bereket yavrum" diyerek çantasını
açmış,
bir hap çıkarıp yutmuş. Tekrar başını yaslamış.
Kondüktör
hayretler içinde, inmiyor musun diye sormuş. Teyze
"Yok
yavrum, ben bugün doktora gittiydim, doktor iki tane hap
verdi.
Birini Basmane'de alcen dedi, ikinciyi de Menimen'i
vannca
alcen. Ben hapımı aldım, kal sağlıcakla" demiş.
Karşınızdakinin
sözlerine veya davranışlarına bakıp onun
ne
düşündüğünü yüzde yüz anlamanız mümkün değildir.
Ancak;
önemli olan, hata yapmamak değil,
yapılan hatalardan ders almak (geribildirim
almak),
tecrübe kazanmaktır.
Zihinsel
ben-merkezcilik bireylere özgü değildir.
Toplumlar
da sergiler bu tavrı. Tarih boyunca nice toplum
kendini
herkesten üstün görmüştür. Bilimde, felsefede bile
bu
ben-merkezci tavrı görmek mümkündür.
Batılı
bilim insanlarının yazdığı "Dünya Tarihi" veya
"Bilim
Tarihi" adını taşıyan nice kitap sadece Batı
tarihinden
ve biliminden söz eder. Pes.
Belki
benzeri tavır bizde de var. Çocukluğumda şunu sık
duyardım:
"Efendim, Batı bu seviyeye bizim sayemizde
ulaştı.
Barutu, kağıdı, pusulayı, biz Çin'den aldık; Batı da
bizden
öğrendi. Biz olmasaydık var ya, Batı geri kalırdı. "
Pes.
Duygusal Ben-Merkezcilik
Karşınızdakinin
haklı olduğunu düşünebilirsiniz, onun
bakış
tarzını kavrayabilirsiniz. Ama bir de onun neler
hissettiğini
anlamalısınız. Karşınızdakinin duygularına
kapalı
kalıp yalnızca kendi duygularınızı fark ettiğinizde
duygusal
ben-merkezcilik sergilemiş olursunuz.
Bazı
beyler eşleri ağladığında, bunu gereksiz buluyorlarsa
"Hanım
bunda ağlayacak ne var" derler. Böyle
söylediklerinde,
farkında olmadan, bir insanın ağlaması
için
mantıklı/makul nedenler bulunması gerektiğini ifade
etmiş
olurlar. Oysa, bütün duygusal davranışlar gibi
ağlama
da, öznel (sübjektif) bir değerlendirmenin
sonucudur.
Bir
öğrenci "Ders çalışmak beni sıkıyor" dediğinde
annesi
/ babası "Biz senin yaşındayken hiç sıkılmazdık;
sıkılma,
bu senin istikbalin" derlerse, bu sözleri duygusal
ben-merkezciliğin
ürünüdür. Anne-baba çocuğun, kendine
özgü,
öznel duyguları olabileceğini düşünmemektedir,
onun
duygularına benzer duygusal yaşantı
geçirememekte,
kısacası çocuklarıyla empati
kuramamaktadırlar.
Eğer
ders çalışmaktan sıkıldığını söyleyen çocuğa "Sen
ders
çalışmaktan sıkılıyorsun" şeklinde basit bir mesaj
verseler,
bu mesaj ben-merkezcilikten uzak olurdu.
Çocuğunuza
"Çalışmaktan sıkılıyorsun" derseniz çalışmaz
diye
endişe edebilirsiniz. İyi de, "çalış" dediğiniz zaman
da
zaten çalışmıyor. Bari "sıkılıyorsun" diye empati
kurarak
söze başlayın da aranızda bir diyalog kurulma
ihtimali
artsın.
Bu
konuda son olarak şunu belirtmekte yarar var. Fiziksel,
zihinsel,
duygusal ben-merkezcilik, birbirlerinden
tamamen
bağımsız şeyler olmayıp birlikte işleyen
yapılardır.
İçlerinden birini sergilediğimizi fark
ettiğimizde,
diğerlerini azaltma şansımız artar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder